Bunu hiç düşünmemiştim…

Amerikalı Edwin Land 1943’te sahilde küçük kızının fotoğrafını çektiği zaman kızı sabırsızlıkla, ‘Baba! Niçin resmi hemen şimdi göremiyorum?’ diye sormuştu.

İşte o soru, Polaroid’i yarattı.

Walter Hunt 1825’de bir gece boğazı ağrıyarak uyandı. Boğazını bir bezle sardı. Fakat sargı ikide bir kayıp düşüyordu. Bir toplu iğne ile tutturduğunda ise battığını fark edip hemen çıkardı. Fakat o sargı bezi boğazında bir türlü durmuyordu?

Kendi kendine “Bu sargı burada nasıl durur” diye sordu. Ve o soru, çengelli iğneyi yarattı.

Dahi Leonardo Da Vinci “Çizdiğim her resim kendi yaşamıma sorduğum bir soruydu.” derken, yüzyıllar sonra dünyanın diğer bir dahisi, Albert Einstein ise, “Ortaya atılan yeni fikirlerde bir ilginçlik, saçmalık yoksa bu fikirde umut yok demektir.” diyerek, dahilerin ortak özelliği olan sınırsızca sorgulayıcı beynin önemini farklı şekillerde vurgulamışlardır.

Keşiflere ve kaşiflerin kişilik özelliklerine bakarsak, ortak noktanın, soru sormak olduğunu görürüz.

O anda saçma da gelse soru sormanın hayata kazandırdıklarına bakarsak, neden sorgulayıcı beyinlere ihtiyacımız olduğunun da altını çizmiş oluruz sanırım.

Şirketlerde ise, yumak halini almış, yıllarca içinde çıkılamayan, böyle gelmiş böyle gider, daha önce de denendi gibi duvarlar nedeni ile bir türlü çözülemeyen şirket kültürüne yapışıp kalmış hatta şirket kültürü haline gelmiş sorunlar vardır.

Kimimiz görmezden geliriz, kimimiz çözmeye çalışırız bir bahane duvarına çarptığımızda bırakırız.

Ama bazılarımız “neden, nasıl “ sorularını kendine devamlı sorar.

Tüm şirket çalışanlarınızın hatta aslında o işin uzmanı olan kişilerin soru sormasını bekliyorsanız ilk soruyu siz sorun…

Neden?

Yapılan çalışmalar çocukların (bilhassa 2-7 yaş arası) okula gitmeden önce, okul dönemine göre sağ beyni dokuz kat daha fazla kullandıklarını ortaya koymuştur. Yani çocuklar yeni fikirleri daha fazla üretirler. Bıkmadan usanmadan sordukları sorulara ve kurdukları cümlelere dikkat edin. Henüz kalıplara sokmadığımız için nasıl da serbest düşünüyorlar değil mi?

Fakat eğitim sistemlerinde genellikle meraklı sorular pek teşvik edilmez, aksine, çocuklardan kalıplar içinde düşünmeleri ve önceden hazırlanmış ve onlara öğretilmiş cevapları vermeleri istenir. Cevapları ezberletiriz daha sonra da bir sınavda bu cevapları vermelerini isteriz. O zaman “doğru” olurlar.

Sonra o çocuklar büyür ve şirketlerde çalışırlar. Eğer ellerine daha önceden hazırlanmış cevapları veren birileri yoksa, sabah-akşam mesailerini tamamlamanın “doğru” olduğuna inanır ve hayatlarını sürdürürler. Bu arada, şirket yönetimi de “dahilere” gerek duymadan çözülebilecek, bir yığın problemle uğraşır ve çözüm bulamadan günlerini tamamlarlar.

Her şirketin kendine has, kronik problemleri vardır. Ve kimse o problemle yüzleşmek istemez. Herkes üstünden atlar, kenarından dolaşır. Çünkü kimsenin eline daha önceden o problemin cevabı verilmemiştir.

Peki bu cevapları nasıl edineceğiz?

Elbette önce soru sorarak….

Şirket sorunlarına bırakın yaratıcı çözümleri, basit bir çözüm bile bulamıyorsanız, her toplantıda karşınıza aynı sorunlar geliyorsa, önce o işler ile uğraşanları dinlemeniz gerekir. Önce kalıplarını dinleyin. Sonra sorun “Neden?”

Kurumsal veya yaratıcılığı ön planda tutan şirketlerde genelde beyin fırtınaları ile bu sorular seanslar halinde daha düzenli ve sonunda çözümler çıkacak şekilde yapılmaktadır.

Beynimizin sağ tarafı, zihindeki resimlerle veya hikayelerle ilgilenmekten ve çapraz bağlantılar kurmaktan hoşlanır. Beyin fırtınaları çalışmaları da sağ beyni uyarır.

Beyin fırtınası seanslarında mantığınızın sesine kocaman bir HAYIR demelisiniz.
Beyin fırtınası seanslarında üretilen fikirler mantıksız, sıra dışı, çılgınca ve görünüşte imkansız olabilirler. Burada temel prensip, kesinlikle eleştiri yapılmamasıdır.

Nasıl olur?

Bu da mı?

Yahu, hadi be sende!

Kafayı mı yedin!

Bu olmaz daha önce denedik.

Bu mümkün değil.

türünden sözler henüz yeni ortaya çıkmış veya çıkacak olan fikri hemen yok edebilir.

Bu nedenle beyin fırtınalarını yöneten kişilerin bu konuda çok dikkatli olması gerekir. Mantık tuzaklarına düşülmeden, serbestçe fikirler ortaya atılmalıdır.

Düzenli beyin fırtınası seanslarında, görüşler yüksek sesle söylenerek hemen bir tahtaya yazılmalı böylece çıkan fikirlerin yeni fikirler doğurması, beynin sağ tarafının uyarılması sağlanmalıdır.

Bu seanslarda, beynin fikir geliştirmesi ve bunu eğlenerek yapması için desteklediğiniz çalışanlarınızdan ne fikirler çıktığını görünce siz bile şaşıracaksınız.

Seansların yapılacağı yer o kadar da önemli değildir. Otobüsün karşılıklı dörtlü koltuğu, bir fabrikanın ıssız bürosu, çay bahçesinin en kuytu köşesi, üzerinden serin dereler geçen sessiz bir köy evi :), bir evin en lüks köşesi, havuz…vb. yüzlerce yer düşünülebilir. Tek önemli olan konu resmi bir ortamda olmaması gerektiğidir. Bakın, işte “beyin fırtınasının nerede yapılması gerektiğine” dair bir beyin fırtınası konusu size 🙂

İnsanlar farkında olmadan beyin fırtınası yaparlar; ama çözüme ve sonuca götürecek süreçler hazırlanmadığı için heyecanlar orada kalır.

Mantıksız gibi görünen fikirler ve çözümleri, kullanılabilir hale getirilmesi son aşamadır.

Mantık en son uygulama safhasında başvurulacak bir süreçtir.

Bulduğumuz çözümlerin uygulanma ihtimali ne kadar?

Maliyetli olmaz mı?

Daha önceki uygulama neden başarılı olmamış?

Neyi değişik yaparsak başarılı oluruz?

Beyin fırtınası konularını illa zor problemleri çözmek, bir keşif yapmak gibi ulvi amaçlar için kullanmak zorunda değilsiniz. Belirli aralıklarla eğlenceli konular için de yapmalısınız.

Özellikle insan kaynaklarının, etkinlikler, hediyeler, ödül sistemleri vs için de beyin fırtınası seansları yapmalarını öneririm.

Bırakın, “çıkıntı”lık yapsınlar. Öne atlasınlar, hedefe farklı yollardan varsınlar.

Birbirlerine “bunu hiç düşünmemiştim” desinler. Bu bir süreçtir.

İnsan hayatında birçok sınırlar vardır ve bu sınırların ötesine geçmek insanın kontrol edebildiği güvenli alandan uzaklaşması demektir. Bu da ilkel benliği ürkütür. Beynin sınırları zorlaması için, yavaş yavaş güvenli alandan uzaklaşması ve her bir adımında ortamın güvenli olduğunu kabul etmesi gerekir.

Böylece çalışanlarınızın beyin fırtınası seansları dışında da yavaş yavaş sınırlarının dışına baktıklarını daha cesaretli olanlarının adım attıklarını göreceksiniz. Güvenli alanları genişleyecek ve kendi işlerinde kendi beyin fırtınalarını yaratacaklar. Daha hızlı ve verimli çalışmaları için ne yapabileceklerini kendilerine sormaya başlayacaklar. Kendi geliştirdikleri minik beyin fırtınası seansları ile kendi çözümlerini bulacaklar.

Sınırlarımızı bazen bir soru ile bazen de soruya vermeye çalıştığımız bir cevapta aşarız. Tıpkı Edward Lande’nin, küçük kızının fotoğraflarını çekerken, sabırsız kızının sorusunda olduğu gibi.

O zaman eğlence başlasın….

Share Button