Sessizlik güzel şeydir. Hele ki, bir kahve eşliğinde arkada yemyeşil bir orman ve önünüzde alabildiğine uzanan denizi seyrediyorsanız.
Peki ya, aynı sessizliği işyerinizde düşünebiliyor musunuz? Güzel olurdu değil mi?
Ama her sessizlik “huzur” anlamına gelmeyebilir, bu seferki, sizin bildiğiniz sessizliklerden değildir belki de…
Düşünsenize, bir firmada ilk kademe yöneticisiniz, ya da belki Direktör, Genel Müdür…
Çalışanlar sizinle herhangi bir sorunu paylaşmıyor.
O zaman kendinizi başarılı mı görürsünüz?
Ya da bir çok kişinin yaptığı gibi bir tuhaflık olduğunu sezseniz bile, bir aksilik çıkma olasılığına karşı oluşan sessizliğe göz mü yumarsınız?
Göz yumma süreniz, gergin sessizliğe –elbette eğer hissediyorsanız- dayanma potansiyeliniz ile doğru orantılı olacaktır.
Genel olarak, gergin sessizlikten pek hoşlanılmaz. Çünkü gerginliğin sebepleri kuruma, kişilere zarar verir.
Peki sizce çalışanlar neden susarlar?
Mesela bir grup çalışan; konulara ilgisiz oldukları, veya her söylenilene itaat ettikleri ya da tüm olanları kabullendikleri için sahip oldukları bilgiyi, fikri ve düşünceyi kimse ile paylaşmaz ve pasif halde kalırlar.
Merkeziyetçi, geleneksel, otoriter yöneticilerin olduğu kurumlarda bu tür sessiz çalışan sayısı bir hayli yüksektir. Zaten sesi çıkan kurumda fazla kalamaz. Fikirlerini açıkca söyleyebilenler için bu tür kurumlarda çalışmak, mezara diri diri girmek gibi bir şey, bana kalırsa. O nedenle işe alımlarda, kurum ile çalışan arasında uyum arıyoruz.
Genel olarak “benim fikrimi kise önemsemeyecek, hiç bir fark yaratamayacağım neden konuşayım” diyenler için de durum iki şekilde ilerliyor.
İlk grup, hızla iş arayarak, kurumdan bir an önce kaçmaya bakıyor. Diğer grup ise, özgüvenleri ve yeni iş nedeniyle doğabilecek değişimi yönetebilecek olgunlukta olmadığı için, kurumda sabah-akşam mesaisini doldurmaya devam ediyor. Bir kurum için hangisi çok daha acı verici bilemiyorum.
Bir diğer grup ise korktuğu için konuşmuyor. Kendisini korumak için fikirlerini, düşüncelerini ve sahip olduğu bilgileri kendisinde tutmayı tercih ediyor.
Kendini savunma içgüdüsü ile, var olan veya oluşacak problemlerden kendinin sorumlu tutulacağını düşünüyor. Korkularına bağlı olarak yapılan hatalar ve sorunlar ile ilgili gerçekleri saklama eğilimi içine giriyor. Kendini dış tehditlerden korumak için susuyor.
Çalışan, yöneticisinin duymak istemediği herhangi bir durumu veya bilgiyi; cezalandırılmaktan korktuğu için susabiliyor. Herhangi bir kötü haber veya kurum ile ilgili olumsuz bir veri elde ettiğinde, bu veriyi görmezlikten geliyor veya yanlış aktarabiliyor.
Bir diğer korku olan; çalışma arkadaşları, özellikle de eş pozisyondaki çalışma arkadaşları tarafından yargılanma korkusu da, kurumda sessizliği oluşturan nedenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Bir diğer sessizlik nedeni de, değer verilen ilişkilerin korunmasına yönelik. Bir kurum içerisinde sosyal networke sahip olmak, güç göstergesidir. Bu networke zarar gelmemesi, belirli seviye ilişkileri sürdürebilme ihtiyacı, çalışanın sessiz kalmasına neden oluyor.
Kurum içerisinde birçok çalışan, bulunduğu gruptan dışlanmaktan korktuğu için çalışma arkadaşlarının duymak istedikleri yönde fikir beyan eder, kendi fikir ve düşüncelerini dile getiremez ve susar.
Benim ise en sevdiğim ve muhtemelen sizlerin de “evet bu” diyebileceğiniz en güzel sessizlik; kurumun herhangi bir zorlaması veya talimatı olmadan, kuruma ve tüm kurum çalışanlarına, ürüne veya hizmete ait olan özel bilgileri uygun görülmeyen kişiler ile paylaşmamaktır.
Bu tür sessizlik içinde olan çalışanlar; gizliliği korur, kurum hakkında dışarıda olumsuz yorumlar yapmaz. Kurumu, çalışanları, ürünü, hizmeti öven bir tavır içerisinde olurlar.
Masanızda oturup günü operasyonel işleriniz ile uğraşırken bitirmeden şöyle bir akşam üstü kahvemi yudumlayıp, şu dinginliğin sesini dinliyorum diyorsanız, bir kez daha düşünün.
Belki bu sessizlik sizin bildiğiniz sessizliklerden değildir.
İyi bir dinleyici ve yönetici iseniz –özellikle insan kaynakları uzmanı- kulakları sağır eden bu sessizliği anında duyarsınız.