Ülkemizin dinamiklerini göz ardı ederek bu soruyu kendinize sorun, okula gitmeyen bir çocuktan Steve Jobs yaratabilir miyiz?
Elbette yaratabiliriz. Sadece ufak tefek bir kaç ayrıntıyı düzeltirsek, bizden de Steve Jobs’lar yaratabiliriz.
Öncelikle çocuğun içine doğduğu aile yapısını biraz değiştirmek gerekir.
Toplulukçu kültürlerde aile, çocuğunu aile içinde tutmak için her şeyi yapar. Çünkü bu kültürde topluluğun başarısı bireysel başarıdan önemlidir. Topluluğun yani ailenin sağlığı, ayakta kalması, nesiller boyu devam etmesi demek, bireysel önceliklerin geri plana atılması demektir. Çocuk, grubun devamını sağlayacak yaşatacak bir unsur olarak dünyaya gelir. Grubun diğer üyeleri yaşlandığında, onlara bakacak kişilerin varlığı önemlidir. Kadın değil ama anne, bu grupta önemli bir yere sahiptir. Toplulukçu kültürün yarattığı grup uyumu nedeni ile sessiz kalan kadın, düşük benlik saygısına sahipken; anne, özellikle de erkek evlat sahibi olduğunda, nesli devam ettirecek birini aileye kattığı için toplumdaki, ailedeki yeri değişmektedir. Aile tarafından kabul görmekte, değer verilmekte ve saygı duyulmaktadır. Anne bu kıymetli mevkiye gözü gibi bakar ve hayatını erkek evladına adar. Bu da o çocuğun “iyiliği” için annenin her şeyi yapabileceği anlamına gelir. Oğluna ne kadar iyi bakarsa, oğlu da onun toplumdaki yerini o kadar sağlamlaştıracaktır.
Böylece kendine bağımlı erkek evlat yetiştirir, kendinden koparamaz. Oğlunun bireyselleşmesi demek, annenin mevkinin düşmesi demektir. Benlik saygısı annelik rolü ile güçlenmiştir. Anne o evlattan, aslında elde ettiği o güçten yani gördüğü saygı ve değer hissinden bir türlü kopamaz. Kız evlatları, hiç bu konuya dahil etmiyorum, onlar neslin devamı için sadece araçtır. Onun dışında erkek evlat doğruruncaya kadar değer görmeyecektir.
Bu tür dinamikleri olan bir ailede büyüyen çocuğun; çocuk yaşta üstlendiği ailenin devamına, yaşlıların bakımına dair sorumluluğun, getirdiği yük ile, gelecek algısı şekillenmeye başlar. Tek başına hiç bir şey yapamayacağı, başına bir iş gelse ailesinin ve öncelikle annesinin ona yardım edeceği, onun da en ufak bir sorunda ailesinin yanında olması gerektiği üzerine kurgulanmış bir çocukluk. Bu da o çocuğun her sendelediğinde çözüm arayacak birilerini bulacağını bilerek, hatalardan ders almadan büyümesi demektir. Çünkü o da ailenin diğer fertleri için aynı şeyi yapacak, bireysel olarak ne isterse istesin, ailenin istekleri onun isteklerinden önde gelecektir. Bu çocuğun öz güven, kendine saygı, öz yeterlilik hissi, azim, kararlılık, problem çözme gibi becerilerini daha en başından elinden alındığı bu noktadır.
Aileden ilk koptuğu yer olan okula geldiğinde çocuk artık, çocuk olmaktan çıkardığımız ve belli kalıplara sokmaya çalıştığımız bir düzene girmiştir. Zaten kendini tanımaya çalışan bu çocuk, öz yeterlilik problemleri yaşarken bulunduğu arkadaş ve öğretmen çevresinde kabul görmek onaylanmak için o kalıba girmeye çalışırken bir başka dinamik ile tanışır; Paranın başarı olarak empoze edildiği medya ve çevre. Eğer aile de ekonomik sorunlarla uğraşıyorsa -ki ülkemizde kişi başı gelir ~ 9 bin 700 $ (Steve Jobs’ın ülkesinde ~66.000 $) ekonomik sorunlarla uğraşmayan ailelerin sayısı çok az- ekonomik sorunları daha derinden hisseder ve kısadan para kazanma motivasyonu, artık genç olmuş bu bireyi bir an önce çok para kazanacağı bir işe yönlendirmeye çalışır.
Tam bu noktada, ülkemizin ekonomisinden, kültüründen çok uzakta, yüksek düzeyde yönetim sistemlerinin kurgulandığı, çalışan olgunluğunun yüksek olduğu, bireysel başarının takdir edildiği, aileden önce bireyin isteklerinin önemli olduğu kültürlerde yaşayanlar tarafından kurulmuş şirketlerdeki insan kaynakları uygulamalarının örneklerini görür.
Medya; Google, Amazon vs vs artık okula bakarak işe alım yapmayacak. Lise mezunu da olsa yeterli, demektedir. Bunun ülkemizde de olması gerektiğini eğitim sisteminin çöktüğünü söylemektedir.
Beyin kısa yolları sever. Beynin da KPI’larında (performans göstergeleri), en kısa yoldan en az enerjiyi harcayarak minimum düşünce ile maximum etki yaratmak vardır. Çocuk ümitlenir “demek dünyada bu tür uygulamalar var o zaman benim de okumama gerek yok”. Çıkardığı ilk sonuç bu olur. Üniversite motivasyonu giderek düşer ve olup olmadık her yere CV gönderir. Zaten okuyan da iş bulamıyordur…Ailesi, başta annesi onun adına iş arar. Bazen anne iş bulur, çocuk beğenmez, bazen çocuk iş bulur anne beğenmez. Sonrası tam bir hayal kırıklığı…Kaybolmuş bir çocukluk. Orada burada ezilen, sigortasız çalıştırılan, parasını vermeden işten çıkarılan, bir türlü bir yerde iş tutturamayan bir çocuk.
Aynı sonuç, ekonomik olarak rahatlaamış ailelerde “ben yapamadım çocuğum yapsın” sloganı ile yetiştirilen çocuklar için de geçerlidir. Aileden başlayarak, tüm toplum olarak biz bu çocuklara büyük işkenceler yapıyoruz. Birey olarak yetişemeyen o çocukları boş vaatlerle büyütüyoruz. Hayal kırıklıkları bizim eserimiz. Elbette hepsi bu şekilde bir aile yapısına sahip değil, elbette hepsi de okuyacak ya da okumayacak değil.
Ama iki cümle ile “artık dünyanın teknoloji devleri lise mezunlarını bile işe alıyor” dediğimizde o çocukların ne hissettiklerini bilmenizi istedim.
Çünkü onlar Türkiye’de, liseden mezun olanlara, üniversite düzeyinde eğitim verebilecek şirketlere sahip değiller. Çünkü onlar, okumanın çok da gerekli olmadığı olgusu ile büyüdükleri için ingilizce bile bilmiyorlar. Çünkü onlar, bilimden uzak bir toplumda, yönlendirenleri olmadığı için, okul dışında teknolojiyi nerede nasıl öğreneceklerini bilmiyorlar. Üç beş bilgisayar, yazılım kursu, ailenin cep telefonlarının ayarlarını yapabildiği, bir de Apple’ın en son ürününün bütün özelliklerini bildiği için, zeki olduğu empoze edilmiş çocuklar yetiştiriyoruz. Çünkü onların, “dünyada üniversite okumayanları işe alan şirketler var bizim patronlar kolaycılığa kaçıyor” diyen, hataların tamamını diğerlerinde bulmayı görev edinmiş, o okuyamayan, okutulmayan çocuklar için elini taşın altına koyup farklı kariyer yolları gösteremeyen toplumu, medyası, okulları var.
Bütün bu dinamiklerden arındırılmış çocuklar ise zaten okuyorlar. Kendileri için, pırıl pırıl bir gelecek için gece gündüz çalışıyorlar. Aralarında hem çalışanları hem okuyanları var, ailelerinden uzak şehirde yaşayanları var. Hocalarının ağzından girip burnundan çıkan, projeden projeye koşan, yurt dışı ile yapılan etkinliklerde var olmaya çalışan bir başka grup var. Hazırlıyorlar kendilerini. Sistemini beğenmesek bile belli bir disipliner yapının temellerini alıyorlar, ingilizce öğreniyorlar, geliştiriyorlar, burs peşinde koşuyorlar. Nadir de olsa o çok istenilen silikon vadisine de gidebiliyorlar.
Asıl gözden kaçırılan nokta tam da burası; Lise mezunlarını işe alan dev teknoloji şirketlerinden umut bulmaya çalışanlar, okumaktan kaçınan çocuklardır.
Baskılar, şartlar, çocukluktan gelen yükleri, değerleri, hedefleri aile ve toplum tarafından kolaya alıştırılarak şekillenmiş, okumadan kısadan iş hayatına atılmalarını, kendilerine bakmalarını, çoluk çocuğa karışıp ailenin nesillerce devamını sağlamak isteyen ailelerin gölgesindeki çocuklar.
Yoksa, eğitim sisteminden geçmiş, sistemin verdiklerinin kendi hedefleri ile uyum sağlamadığını görmüş, eğitim sisteminden alacağı bir şey olduğuna inanmayıp, bırakmış, hedefini belirlemiş ona uygun çalışmış azim göstermiş, proje üretip Google, Amazon, Apple kapılarında yatmış, beğenilmemiş tekrar tekrar denemiş çocuklarımızdan bahsetmiyorum elbette…
Bu çocukların oranını, biraz önce anlattığım çocukların oranına vurduğunuzda sizce hangisinin yüzdesi daha fazla? İşte o milyonda bir değer yaratan Steve Jobs gibi adamların, okula gitmeden başarı göstermesi ve onlardan konuşuyor olmamızın sebebi bu insanların milyonda bir çıkması. Ve o dahilerin, tam da bir paragraf öncesinde bahsettiğim çocuklardan çıkması.
Çitin arkası o kadar günlük güneşlik değil, orada da sorunlar var, sanki diğer ülkelerde bu işler çok kolaymış gibi empoze edilmesi yurt dışına gidemeyen çocuklarımızın daha da karamsarlığa kapılmasına neden oluyor. Karşılaştırdığımızda o ülkelerde belli bir sistem var ve işliyor fakat batı ülkelerinde kişilik özellikleri ve bireysel becerilerdeki eksiklikler ülkemizde olduğu kadar kolay tolere edilmiyor. Çok daha acımasız, özellikle de sırtında devamlı ailelerinin ellerini hissetmeye alışmış çocuklar için…
Keşke, multidisipliner, bilime dayalı bir eğitim sistemi yaratmış olsaydık da, çocuklarımız kendi öz iradeleri ile hedeflerini yaratmış olsalardı, bu eğitimin hedeflerine uymadığını söyleselerdi, üniversitelerin laboratuvarlarında kod yazmak için her gece uykusuz kalsalardı, onları yönlendirecek üç beş hocaları olsaydı, azimli arkalarında duran, aileleri sayesinde bir kaç arkadaş birleşip bir şirket kurup, ilk sendelediklerinde kurumsal hayata girmeye çalışmadan, defalarca batıp defalarca çıktıktan sonra dünyaca ünlü markalar yaratabilmiş olsalardı.